Ayetler

İbrahim 4. Ayetteki Tercüme Hatası

Diyanet İşleri Meali

BAKARA SURESİ

Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım.

4. İstisnasız her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açık açık anlatsın; bundan sonra Allah dilediğini sapkınlık içerisinde bırakır, dilediğini de doğru yola iletir. O, güçlüdür, hikmet sahibidir.

Akıllara Takılan Sorular

Allah her topluma bir peygamberi kendi kavminin diliyle gönderirmiş ki her şeyi açıklasın diye. Allah dilediğini saptırıp dilediğini doğru yola getiriyorsa, neden peygamber gönderir? Sonra gönderdiği peygamberin halkın diliyle konuşmasının ne anlamı olur? Bu tercümeleri okuyan insanlar ateistse ateistliğine devam ediyor, müslümansa deist oluyor. Akıllarına takılan soru "Allah neden keyfi davranıp bazı insanları saptırıp bazılarına hidayet ediyor" diyor. Forumlarda alttaki gibi mesajlar yayınlıyorlar.

Şâe (شاء ) Fiiline Verilen Yanlış Anlam

İbranim dördüncü ayette ayette şae fiili var. Bütün problem bu fiili dileme diye çevirmekten kaynaklanıyor. Şae fiilinin anlamı hicri üçüncü yüzyıldan sonra değiştirilmiş. Şae fiilinin anlamı şey etmektir. Şey Türkçede kullandığımız anlamdadır; varlık demektir. Arapçada eylemlerin hepsime şey denir. Dolayısıyla şey hangi fiille kullanılıyorsa ona göre anlam verilmeli. Şae'nin mastar anlamı var etmektir. Allah bir şeyi var etmek istediği zaman emir verir, Bakara 117. ayet şöyle; Gökleri ve yeri, örneksiz yaratan O’dur. Bir şeyin olmasına karar verdi mi onun için sadece “Oluş!” der, o şey oluşur. İnsanlar bir şey elde etmek istedikleri zaman ise gerekli çalışmayı yapmak zorundadır; İnsanın kendi çalışmasından başkası kendine ait değildir. (Necm 39) Dolayısıyla şae fiilinin öznesi insansa tercihini elde etmek için gerekli çalışmayı yapmak, Allah ise gereğini yaratmak demektir.

Arapça sözlüklere bakarsan şae fiilinin meşietle ilişkilendirildiğini görebilirsin. Meşiet de mastardır ama halkın kullandığı bir mastar değil, ilim adamlarının oluşturduğu bir mastardır. Meşiet kelimesi Kur'an'da yok hadislerde yok ama kalıba uygun. Arapların bilmediği bu kelimeyi şae fiiline mastar yaparak irade anlamı oluşturmuşlar. İnsanlar için çalışıp yapma olan kelimenin anlamı birden "istemek" olmuş. Şae fiiline istemek anlamı verince Kur'an'ı Kerim tutarsızlıklarla dolu bir kitap haline gelmiş. Böyle tercüme edilen meallerde her şey Allah'ın dilemesine bağlı görünüyor. Allah dilediğine bol rızık verir, dilediğine kız çocuk verir, dilediğine erkek çocuk verir, dilediğinin tevbesini kabul eder vs vs. İbrahim dördüncü ayet de böyle. İmam Maturidi Te'vîlâtü'l Kur'ân eserinde İbrahim dördüncü ayeti açıklarken şöyle yazmış; Allah sapkınlık yoluna götüren sebebi tercih edeni sapkınlığa, doğru yola götüren sebebi tercih edeni de doğru yola iletir. Yani şae fiiline doğru anlam veren müfessirler olmuş. Şae'nin anlamının şey etmek olduğunu göz önünde tutarak ayeti anlamaya çalışalım; Allah sapıklık için şey edeni sapık sayar yani sapıklıkta kalmak için direnen, mesela Kur'an yerine Turan Dursun, İlhan Arsel vb kitapları okuyan, ne yazıldığını görmek için okuyanları değil de imanını bu kitaplara göre şekillendiren kişilerin Allah sapıklığını onaylar, hidayet için şey yapanı da yoluna kabul eder. Mesela Allah'ın yoluna girmek için, iman etmek için Kur'an'ı okuyup, araştıran, okuduğunu kabul eden insanlara da Allah hidayet eder. Düzgün bir ifadeyle ayetin doğru tercümesini şöyle, açıklama Vakfa ait.

Süleymaniye Vakfı Meali

İBRAHİM SURESİ

Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım.

4. Biz, her resulü / kitabı[1*] ancak kendi halkının dili ile gönderdik ki (ayetleri) açık açık anlatsın. Bundan sonra Allah, (sapıklığı) tercih edeni sapık sayar, (doğru yolu) tercih edeni de yoluna kabul eder.[2*] O, daima üstün ve bütün kararları doğru olandır.

[1*] Resul (رسول), “birine gönderilen söz” anlamına geldiği gibi “o sözü iletmek için gönderilen elçi” anlamına da gelir. (Müfredat). Allah’ın elçilerinin görevi, onun sözlerini insanlara ulaştırmaktır. Bu sebeple Kur’an’da geçen Allah’ın resulü (رسول اللّه) ifadelerinde asıl vurgu ayetleredir. Muhammed aleyhisselam öldüğü için bizim muhatabımız olan resul, sadece Kur’an’dır (Al-i İmrân 3/144). Resul kelimesi yerine ”resul /kitap” ifadesi bunun için yazılmıştır (Maide 5/67, Nahl 16/35).

[2*] Şâe (شاء) fiilinin kökü, “bir şey yapma” anlamında olan şey (شيء)’dir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe = شاء fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html

Kafir Veya Mümin Olmanın Ölçüsü Nedir?

Eğer bir insan sapıklığı tercih ediyorsa ve o yolda çalışıp gayret gösteriyorsa Allah o kişi için OL emri verir ve o kişi sapık olmaya başlar. Burada seçim tamamen insanlarındır. Alt taraftaki İbrahim dördüncü ayetin farklı meallerine bakarsan "Allah sapmayı isteyeni, dileyeni saptır" yazanlar var. Yeryüzünde kim "ben sapmak istiyorum" der? Kimse sapıklığı istemez ama tercih ettiği inanç biçimi Allah katında "sapıklık" olarak adlandırılıyorsa sapmış olur. İstediği için değil, o yola yöneldiği için.

Yine bir kişi hidayete yönelirse Allah bu kişi için de OL emri verir ve o kişi müminlerden olmaya başlar. Allah'ın kalplerini İslam'a açtığı insanlar değişir. İbadet etmeye ve kılık kıyafetlerini değiştirmeye, örtünmeye başlar. Hiç kimse sadece isteyerek hidayete kavuşamaz. "Namaz kılmak istiyorum" diyen bir kişi namaz kılabilir mi? Kılamaz. Ne zaman harekete geçer, namaz kılmanın şartlarını yerine getirir ve namaza başlarsa ancak o zaman namaz kılmış olur. Allah yönelişlerimizi Ol diyerek hayata geçirir. Enam 48. ayet şöyle; Biz elçileri yalnız birer müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir. Onlara inanıp güvenen ve kendini düzeltenler artık ne bir korku duyar ne de üzülürler. Bu ayet Allah'ın keyfi seçimler yapmadığını gösteriyor. Kim peygambere, getirdiği kitaba uyarsa ve kendini düzeltirse artık ne bir korku duyar ne de üzülür.

Peygamber Seçilmekle Hidayet Verilmesi Aynı Şey Midir?

Allah'ın birine hükümranlık veya peygamberlik vermesiyle hidayet vermesini kıyaslayacak olursak; Allah hükümranlığı, bir bölgenin liderliğini veya peygamberliği toplum içinden birini seçer ona verir. Bu insanlar bu işe en uygun insanlardır ama hidayet böyle değil. Allah layık gördüğüne hidayet etmez. Hidayet için üstte yazdığım gibi kulun çalışması, gayret göstermesi gerekir ama hükümranlık veya peygamberlik böyle değildir. Peygamber olmak için çalışamazsın. Hidayet için Allah, kim gayret gösteriyorsa herkese verir. Bu yüzden şae fiilini anlamak çok önemlidir.

Allah Kalpleri Çevirir Mi?

Bir insan kafirlikte kalmakta ısrar eder ve bu yönde gayret gösterirse Allah bu insanların gayretlerini onaylar, artık sapık sayılırlar. Allah kimsenin kalbini, gözünü, kulağını mühürlemiyor ama kafirler inanmamak için sanki kalpleri, gözleri, kulakları mühürlüymüş gibi davranıyor. Bunun örneğini Tevbe suresinde görebiliriz. Peygamberimizle beraber mücadele etmek istemeyen insanlar olmuş. Bunlar savaşlardan kaçmış ama imanı olan müminler ise peygamberimizle beraber cihad etmiş.

TEVBE SURESİ

Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım.

86. “Allah’a inanıp güvenin ve elçisiyle birlikte cihada çıkın” diye bir sure indirildiğinde münafıkların varlıklı olanları senden izin ister ve “Bizi bırak da (savaşa çıkmayıp) oturanların yanında kalalım.” derler.

87. Kadınlarla beraber geride kalmaya razı oldular. Sanki kalplerinde yeni bir yapı oluşturulmuş[*] da kavrayamıyorlar.

[*] Kâfirlerin ön yargıları, istiâre-i temsiliyye (alegori) ile canlandırılmıştır. İstiârede benzetme edatı gizlenir. Buradaki mecaz gerçek sanıldığı için benzetme edatı, tarafımızdan “sanki” sözüyle açığa çıkarılmıştır. (Yasin 36/8-10, Lokman 31/6-7, Câsiye 45/6-7). İstiaredeki “sanki” edatı açık edilmeyince bazı insanlar, Allah’ın kâfirlerin önündeki tövbe /dönüş kapısını kapattığını ve onları özgürce karar alamayacak hale getirdiğini zannederler ve böylece hata yaparlar (Nisa 4/18). Oysa Allah’ın tövbe edildiği /dönüş yapıldığı takdirde affetmeyeceği bir günah yoktur (Zümer 39/53). Ayetleri görmezden gelen, onları rehber olarak kabul etmeyen ve Allah’ın risaletine düşmanlık yapan kişilerin tabiatı; bu yaptıklarında ısrar etmeleri nedeniyle değişir. Kalplerini, kulaklarını ve gözlerini kullanmaz hale gelirler. Böylece gerçekleri anlayamaz, duyamaz ve göremezler. Bu durum, aslında onların seçimlerinin sonucudur. Ayette sanki Allah onların yaradılışını değiştirmiş gibi ifade edilmesinin nedeni, onların hakikatten ne kadar uzaklaştıklarını vurgulamak içindir. Ayrıca Allah, kâfirleri, en’ama benzetmiştir. Bunun sebebi de kalplerini, kulaklarını ve gözlerini hakkı bulmak için kullanmamalarıdır (A’raf 7/179, Furkan 25/43-44).

88. Ama bu elçi ve onun yanında olan müminler, mallarıyla ve canlarıyla cihad ederler /ellerinden geleni yaparlar. Bütün iyilikler onlar içindir. Umduklarına kavuşacak olanlar da onlardır.

93. Asıl sorumlu tutulacak olanlar, imkânları olduğu halde senden izin isteyenlerdir. Onlar kadınlarla beraber geride kalmaya razı oldular. Sanki Allah kalpleri üzerinde yeni bir yapı oluşturmuş da bir şey bilmiyorlar.

Allah dilediğini saptırmıyor. İnsanlar sapıklığı tercih edip o yolda kalınca bundan sonra sanki Allah kalplerini çevirmiş gibi davranıyorlar.

Seçtiğim Meallerde Nasıl Tercüme Edilmiş?

Şae fiilinin dileme, isteme diye çevirmek mümkün değildir. Tekrar yazayım; Şae, Allah için kullanıldığında gereğini yaratması, insanlar için kullanıldığında tercihini elde etmek için gerekli gayreti göstermek, çalışmak anlamındadır. Eğer çok okunan mealler arasında doğru tercüme varsa yeşil doğrulama işaretiyle belirtim. Ayetin metni dışında yorum olarak "tercih edeni" gibi açıklamaları doğru kabul etmedim çünkü bunlar yorum, ayeti dileme diye çevirmişler.

  1. Ali Akın

    4. Biz, hangi topluma bir Elçi (peygamber) göndermişsek, onu ancak o toplumun diliyle göndermişizdir ki, (ilahi mesajı) onlara apaçık anlatsın. Ondan sonra Allah, kimi dilerse, (aklını ve hür iradesini yanlış kullandığı için) onu sapkınlıkta bırakır; kimi dilerse, (aklını ve hür iradesini doğru kullandığı için) onu da hidayete erdirir. Zaten O, yegane Aziz'dir (en üstün güç sahibidir), Hakim'dir (bütün işlerini hikmetle yürütendir).

  2. Bayraktar Bayraklı

    4. Onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin dili ile gönderdik. Artık Allah dileyeni saptırır, dileyeni de doğru yola iletir. Çünkü O, güçlüdür; hikmet sahibidir.

  3. Diyanet İşleri

    4. İstisnasız her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açık açık anlatsın; bundan sonra Allah dilediğini sapkınlık içerisinde bırakır, dilediğini de doğru yola iletir. O, güçlüdür, hikmet sahibidir.

  4. Diyanet Vakfı

    4. (Allah’ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Çünkü O, güç ve hikmet sahibidir.

  5. Edip Yüksel

    6. Biz her elçiyi ancak halkının diliyle göndeririz ki onlara bildirebilsin. ALLAH dileyeni / dilediğini saptırır, dileyeni / dilediğini de doğruya ulaştırır. O, Güçlüdür, Bilgedir.

  6. Elmalılı Hamdi Yazır

    4. Biz, her peygamberi, ancak bulunduğu kavminin diliyle gönderdik ki, onlara apaçık anlatsın. Bu itibarla Allah dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini de hidayete erdirir. O her şeye galibdir, hükmünde hikmet sahibidir.

  7. Hakkı Yılmaz

    4. Ve Biz onlara, açıkça ortaya koysun diye, her peygamberi yalnız kendi toplumunun diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini/ dileyeni saptırır, dilediğini/ dileyeni de doğru yola iletir. Ve O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.

  8. Hasan Basri Çantay

    4. Biz hiçbir peygamberi kendi kavminin dilinden başkasıyle göndermedik ki (emr olunduklarını) onlara apaçık anlatsın. Artık Allah kimi dilerse sapdırır, kimi de dilerse doğru yola götürür. O, (irâdesinde) yegâne (haakim ve) gaalibdir, tam hüküm ve hikmet saahibidir.

  9. Hasan Tahsin Feyizli - Feyzü'l Furkan

    4. Biz her peygamberi, (kitabımızı) apaçık anlatsın diye ancak kendi halkının diliyle gönderdik. Artık Allah, dilediğini (amellerinin gereği olarak) sapıklıkta bırakır, dilediğini de doğru yola iletir. O, eşsiz güç, mutlak hüküm ve hikmet sahibidir.

  10. Hayrat Vakfı Meali

    4. Hâlbuki (biz,) her peygamberi ancak kendi kavminin lisânıyla gönderdik ki, (Allah’ın emirlerini) onlara açıklasın! Artık, Allah dilediğini (kendi isyankârlıkları yüzünden) dalâlete atar, dilediğini de (hikmetine binâen kendi lütfuyla) hidâyete erdirir. Çünki O, Azîz (kudreti daîmâ üstün gelen)dir, Hakîm (her işi hikmetli olan)dır.

  11. Hüseyin Atay

    4. Kendilerine açıkça anlatabilmesi için, her elçiyi kendi ulusunun dili ile gönderdik. Allah sapmayı dileyene yol verir ve doğruyu dileyene yol gösterir. O yücedir, bilgedir.

  12. İhsan Eliaçık

    4. Biz Her peygamberi iyice açıklasın diye kendi halkının diliyle gönderdik. Artık kim sapıklığı tercih ederse Allah onu yüzüstü bırakır. Kim de doğru yola yönelirse onu yöneldiği yolda yürütür. Çünkü Allah çok güçlüdür, bilgedir.

  13. Kur'ân-ı Mecid Tefsirli Meal-i Alisi (İsmailağa Cemaati)

    4. Biz her bir peygamberi ancak toplumunun lisanıyla (konuşabilir durumda) gönderdik ki, kendilerine (gönderilmiş olduğu ümmetlere, gereken hükümler hakkında) iyice açıklamada bulunabilsin (böylece onlar da çabucak ve kolayca o hükümleri anlayıp başkalarına tercüme edebilsin)! Artık Allâh (sapıtma sebeplerini tercih ettiğini bildiği için, sapıklıkta kalmasını) dilediği kimseyi saptırır, (hidâyet bulma vesilelerine başvurduğunu bildiği için, doğru yola iletmek) istediğini de hidâyete erdirir. (Hiçbir arzusu engellenemeyecek yegâne) Azîz de, (üstün hikmetine dayalı olmayan hiçbir şeyi dileme yen) Hakîm de ancak O’dur.

  14. Kur'an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir

    4. Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah'ın emirlerini) iyice açıklasın. Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. O mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

  15. Mehmet Okuyan

    4. (Allah’ın emirlerini) onlara açıklasın diye her elçiyi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Allah dileyeni (layık gördüğünü) saptırır, dileyeni (layık gördüğünü) de doğru yola ulaştırır. O güçlüdür, doğru hüküm verendir.

  16. Mustafa İslamoğlu

    4. Biz her peygamberi yalnızca kendi kavminin diliyle gönderdik ki, mesaj onlara açık ve net olarak iletsin. Bundan sonradır ki Allah isteyenin sapmasını dileyecek, isteyeni ise doğru yola yöneltecektir: Zira her işinde mükemmel olan, hükmünde tam isabet kaydeden O'dur.

  17. Mustafa Öztürk

    4 Biz her peygamberi, vahiylerimizi kolayca anlatıp açıklayabilmesi için kendi kavminin diliyle gönderdik. [Bilin ki] Allah dilediğini/müstahak gördüğünü dalalette bırakır, dilediğini/layık gördüğünü hidayete ulaştırır. O üstün kudret sahibidir; her hükmü ve fiili mutlak isabetlidir.

  18. Ömer Nasuh Bilmen

    4. Ve biz her Peygamberi ancak kendi kavminin lisaniyle gönderdik ki, onlara beyan etsin. Artık Allah Tealâ dilediğini sapıtır ve dilediğini doğru yola sevkeder. Ve aziz, hakim olan O'dur..

  19. Sadık Türkmen

    4. Biz her rasûlü/elçiyi, mutlaka kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara iyice açıklasın. Bundan sonra Allah; (sapıklığı) isteyen/dileyen kimseyi sapıklığında bırakır, (hidayeti/doğru yolu) isteyen kimseyi de doğru yola iletir. O güçlüdür, doğru hüküm/karar verendir.

  20. Süleyman Ateş

    4. Biz, her elçiyi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açıklasın. Allâh dilediğini şaşırtır, dilediğini yola iletir. O, azizdir, hüküm ve hikmet sâhibidir.

  21. Süleymaniye Vakfı

    4. Biz, her resulü / kitabı ancak kendi halkının dili ile gönderdik ki (ayetleri) açık açık anlatsın. Bundan sonra Allah, (sapıklığı) tercih edeni sapık sayar, (doğru yolu) tercih edeni de yoluna kabul eder. O, daima üstün ve bütün kararları doğru olandır.

  22. Viyana Kur'an Okulu Kur'an-ı Kerim Meali

    4. (Allah'ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Bundan sonra Allah sapıklığı tercih edeni sapık sayar. Hidayeti tercih edeni de yoluna kabul eder. Çünkü O, güç ve hikmet sahibidir.

  23. Yaşar Nuri Öztürk

    4. Biz, görevlendirdiğimiz her resulü ancak kendi toplumunun diliyle gönderdik ki, onlara açık seçik beyanda bulunsun. Bunun ardından, Allah dilediğini saptırır, dilediğini de iyiye ve güzele kılavuzlar. Azîz’dir, Hakîm’dir O!